Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Perşembe, Temmuz 28, 2011

Bir katilin masalı...

Önce bir kurbandı o da "ben"im gibi.
Katili tarafından kandırılmış, cezbedilmiş...
Katiline güvenmiş, aldanmış, yanılmış.
Sonra bir gün, katili bıraktı onun elini, güvenini boşa çıkardı, dımdızlak ortada kaldı.
Katili ona acımadı ve öldürdü, sonra dönüp arkasına bile bakmadı.

Bir süre ölü kalmayı seçti bizimki.
Ağladı, zırladı, geri dönmek istedi, yapamadı.
Baktı ki geri dönüşü yok, ve katilinden almış zehri, o da kendine kurbanlar aramaya başladı.
Belki bir kaç umursamaz deneme yaptı, olmadı.
Sonra karşısına ona güvenmeye hazır bir "ben" çıktı.
Şimdi katil konumunda o, kurban konumunda "ben" vardı.
"ben" tıpkı katilin bir zamanlar kendi katiline yaptığı gibi ona güvendi, aldandı, yanıldı.
Ve katil bir anda "ben"in elini bıraktı.
Çünkü o kendi katilini hala unutamamıştı.
Zehrini "ben"e bulaştırarak gitti, o da ardına bile bakmadı.

Şimdi bu "ben" de bir süre ölü kalmayı seçti.
Ağladı, zırladı, geri dönmek istedi.
Ama "ben" de yapamadı, geri dönemeyeceğini anladı.
Şimdi sıra "ben"e geçmişti.
Şimdi katil "ben", kendine yeni kurbanlar aramaya başladı...
Ve bulduğunda muhtemelen katilinin "ben"e yaptığını "ben" de bir başkasına yapacaktı.
Çünkü "ben" de hala kendi katilini unutamamıştı...

Çarşamba, Temmuz 27, 2011

İnsanlar nankör olmasın, hayat bayram olur belki...

Bazı insanlar gerçekten çok nankörler.
Hem elindekinin kıymetini bilmiyorlar, hem de sonra dert yanıyorlar.
Neden?
İnsanlar neden nankörlükten zevk alıyorlar?
Ya da neden elindekinin kıymetini bilmiyorlar?
Cidden çok sinirliyim bu konuda.
Söylemek istediğim çok şey var, söylememem gerek ama.
Çünkü ben konuşmaya başlayınca biliyorum ki çok insan alınacak üstüne ve genelde bu doğru insanlar olacak, sonra da kırılacaklar bana doğruları söylüyorum diye.
Ben sevmiyorum insanları kırmayı.
Bu yüzden hep -çoğunlukla- içime atarım kızgınlığımı.
Ama nankör olmasın insanlar!
Neleri neleri bulamayanlar var, elindekilerle yetinmeyi öğrensinler.
Elindekinin kıymetini bilemeyip, daha iyisini aramaya çıkmasınlar.
Elindekinden de olup ortada bomboş kalıp sonra da nankörlük yapmasınlar.
Yapmayın işte.

"Gerçek sevgi" denen şey çok az bulunuyor zaten artık, biri size bunu vermişse, daha iyisini aramaya çalışmanın ne gereği var?
Bulmuşsan bırakmanın ne gereği var...

Yok işte..
İnsanlar nankör...
İnsanlar kötü.
Kimse "sevginin" kıymetini bilmiyor.
Sevilen sevenin değerini anlamıyor.
Yazık...
Olan hep sevene oluyor...
Hep çok sevene...

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

Güven, Güvenmek, Güvenebilmek...

"Güven" kelimesinin anlamı aslında çok acayip.
Yani böyle tamamen açıklanabilecek bir kelime değil sanki bana göre.
Bir insana neden güvenirsin?
Ya da güven nasıl kazanılır?
Bunlar acayip şeyler.
Örneğin; yıllarını geçirdiğin bir adama güvenemezken, daha yeni tanıdığın birine birden çok güvenebiliyor bir insan.
Halbuki güven zamanla kazanılan bir olgu değil midir?
Belki de değildir.
Bir insana güvenerek başlarsın belki de, sonra zamanla ya kaybedersin güvenini, ya da sağlamlaştırırsın.
Yani şöyle; "bana şunu şunu yaptığı için güveniyorum ona" demezsin, " bana şunu şunu yaptığı için güvenmiyorum ona" dersin çoğunlukla.
Yani aslında vardır çoğu zaman güven en başta.
Bir de ön yargılar var tabi.
En başta güven duymanı engelleyen şeyler ki bu genellikle yaşanmışlıklara dayanır.
Başından kötü bir olay geçmiştir, insanlara güvenmemeyi seçersin.
Çok güvendiğin biri seni sırtından bıçaklamıştır, herkese önce kalkanını gösterirsin.
Mesela benim...
Hep duvarlarım vardı, hep.
Kolay kolay güvenemem insanlara, kolay kolay indirmem yelkenlerimi.
Neden bilmiyorum yapamam.
Ki hayattan daha az yara almanın yolu buymuş ben farkında olmadan bunu keşfetmişim ama değerini yeni anlıyorum.
Zira belki de ilk defa birine duvarsız gitmiştim, tamamen kendim olarak.
Sonra yere öyle bir çakıldım ki, hala tam anlamıyla toparlanamadım.
Yani insanlara önden güvenmek, iyice tanımadan inanmak, duvarsız kalmak, kötü şeyler bunlar.
Ki zaten bir insanı ne kadar iyi tanıyabilirsin ki?
Yeri geliyor annemizi babamızı tanıyamıyoruz, elin oğlu neler yapmaz?
Öyle.
Güvenmek, güvenebilmek, insanların güven dolu ilişkiler yaşayabilmesi güzel şey de...
Bulabilene, yıkılmadan durabilene...

Perşembe, Temmuz 21, 2011

Bitmesi gerekiyordu, bitmeliydi, yapmalıydım...

Büyük bir adım atmış olabilirim kendimce.
Sildim seni hayatımın göz önünde olduğun kısmından.
Çıkarttım attım.
Şimdi sıra kalbimde.
Ordan da gitceksin zamanı geldiğinde.
Göz görmeyince gönül katlanır ilkesine dayanarak, sildim seni.
Kalbimden de gitceksin.
Gitmelisin.
Öyle.
Kural bu....

Çarşamba, Temmuz 20, 2011

Bazen o konuşur kendi kendine öyle...

E sus artık.
Bazen çok fazla konuşuyorsun.
Kendi kendine senaryolar yazıyorsun, sonra onlara inanıyorsun.
Gerçek zannediyorsun.
Sonra o geçiyor, başka senaryolar, alternatif sonlar...
Sürekli konuşuyorsun.
Öyle değilse böyle, bu olmazsa şu diye diye...
Susmuyorsun ki hiç.
Uyurken bile konuşuyorsun.
Rüyalarıma girip kabusum oluyorsun.
Bi sus artık bence.
Biraz sen de dinlen, konuşmaya ara ver.
Çok başım ağrıyor sayende.
Sessizliğin sesini özledim resmen.
Konuşarak bir şeyleri çözemedin, bir de susmayı dene.
Olur mu sevgili beynim?
Kendi kendine konuşmaktan vazgeç de...
Dinlenelim biraz be...

Cumartesi, Temmuz 16, 2011

1. Raunt sonucu= Beyin 1 - 0 Kalp

Taktığım maskemi çıkarttım.
Olmadığım biri gibi olmaya çalışmaktan yoruldum.
Zaman merhem falan olmuyor.
Yaralar kabuk bağlasa da dokununca yeniden kanıyor.
Kafamı meşgul edecek bir şeyler bulamayınca sana sarıyor olmaktan sıkıldım.
Tamamen silinmen ne zaman mümkün olacak?
Düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünüyorum.
Acaba diyorum, düşünmemek yerine daha çok düşünsem de canım yansa, yansa, yansa, sonra zehir aksa gitse...
Sen de gitsen?
Seni düşünmeyi erteledikçe daha çok uzuyormuş gibi geliyor bu süre.
Ne kadar çabuk tüketirsem gözyaşlarımı o kadar çabuk kurtulmaz mıyım senden?

Zaman zaman geçti zannediyorum, etrafta insanlar varken...
Sonra herkes kendi köşesine çekiliyor.
Ben kendimle başbaşa kalıyorum.
Sonra düşünmemeye çalışırken, gözümde bir şeyler canlanıyor.
Sonra onlar gerçek miydi hayal miydi diye düşünüyorum.

Sonra hatırlamaya çalışıyorum;
Hafızam bana oyun oynuyor.
Yaşadığımız o kısa süre, sanki gerçek değilmiş de, benim kafamda kurduğum bir hayalmiş gibi geliyor.
Sanki az da olsa sayılı gün hiç yaşanmadı da, ben senle olmayı hayal etmişim gibi.
Belki beynim bu tarz davranarak seni unutmamı kolaylaştırmaya çalışıyor.
O kadar uzak ki artık.
Cidden bir sis perdesinin ardında kalmış gibi.
Hiç gerçek olmamış gibi.
Bir rüya görmüşüm gibi.
Asla yaşanmamış gibi.
Belki de en güzeli...
Belki de yaşanmaması gerekirdi.
Bilmiyorum...
Ama böyle gerçek dışıymış gibi hissetmek garip geliyor.
Sanki elini hiç tutmamışım gibi hissetmek, sanki hiç sevmemişim de, rüya görmüşüm gibi farzetmek...
Bilmiyorum...
Beynim benimle oyun oynuyor.
Kalbimle beynimin girdiği savaşı beynim kazanıyor.
Sanırım artık kalpsizim.
Beynimse çok yaralı...

Cuma, Temmuz 15, 2011

"Gülmek" unutulan bir şey değilmiş ki

Hayatın devam edebildiğini de gördüm...
Hatta hayat beni aslında hiç bırakmamış, ben onu terketmişim gibi hissettim.
Hayat geçip giderken, yetişmeye çalışmanın anlamsız olduğunu anladım.
Anı yaşa, mutlu ol, hızlı yaşa, genç öl.
Öl dediysek gerçekten değil, mecazen.
Hani ruh ölür beden kalır ya, öyle.
Beden devam eder nefes almaya ama, ruhen yoksundur ya hani, öyle.
Ruhen yokum zannetmiştim.
Ruhumu aldı da gitti zannetmiştim.
Yanılmışım.
Hem bendenen hem ruhen burdayım, ölmemişim.
Bu kadarcık acıyla mı ölünülecek zaten?
Yalan o.
"Çok acı çekiyorum, ölüyorum" yalan bunlar yalan.
Ne ki bu acı?
Alt tarafı terk edildik, bitti.
Ne acılar var şu hayatta ya, insanlar nelere göğüs geriyor da gıkını çıkartmıyor.
Bizse en ufak bir şeyde hemen "böhü böhü" ağlıyoruz.
Benciliz, kötüyüz.
Al yaşıyorum işte sensiz de.
Hem de gayet güzel, gayet mutlu olabiliyorum.
Sahte değil gerçek gülücükler saçabiliyorum.
Kaybettiğimi sandığım mutluluğu yakalayabiliyorum.
Yani boş işler bunlar...
Birini çok sevdik, o bizi sevmedi diye ölünmüyormuş.
Hayat bu kadar basit zevklerden ibaret değilmiş.
İnsan kaldığı yerden devam edebiliyormuş hayata...
Bıraktığı yerden devralabiliyormuş.
Yani, gülmek o kadar da zor değilmiş.
Yani, sevmek ölmek demek değilmiş...

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

Silkelen ve kendine gel!

(Dikkat: Bu yazı tamamen kendimi kendime getirmek amacıyla yazılmıştır. Ne kadar gözümün önünde olursa o kadar çabuk kendime geleceğim umulmaktadır.)


Nereye kayboldu o asi kız?
Hani her şeyin üstesinden gelebilen, pes etmeyen, savaşan o asi kız?
Nereye attın gururunu?
Kimin ayaklarının altına?
Değer mi değmeyecek bir aşk uğruna kendini bu kadar yerin dibine sokmaya?
Silkelen ve kendine gel gerizekalı.
Sen bu değilsin!
Hani nerde senin o gülen gözlerin?
Sen ki neleri atlattın, neleri başardın.
Bir gerizekalı "aşk"ı mı yenemeyeceksin?
Zormuş unutmak, peh!
Zor falan değil mankafa.
O kalın kafana sok bunu.
Sen gözünde çok fazla büyütüyorsun sadece.
Yeter artık bu melankoli.
Yeter artık kendine gel!
Sen bu değilsin!
O etrafa neşe saçan kız geri gelsin.
Bu somurtuk haller bitsin artık.
Değer mi bir HİÇ uğruna?
Değer mi gururunu yere sermeye?
Öyleyse?
Bitir şu kavgayı ve galip gel!
Sil ONU artık kalbinden ve beyninden.
Yeter!

Salı, Temmuz 12, 2011

Gitme desen ne çare?

Gidenin arkasından bakakalmak kadar acı bir şey yok sanırım.
Elinden gelen her şeyi yapmış olmana rağmen gidiyorsa zaten, daha da zor gelir ardından bakmak.
Düşünmeye başlarsın, yapmadığım ne kaldı, ne yaparsam kalır da gitmez diye.
Oysa ki yapılabilecek her şeyi yapmışsındır ama yine de uğraşırsın gitmesin diye.
Halbuki sen ne yaparsan yap, gitmek isteyen gider.
O koymuşsa kafasına gitmeyi, gider.
Ne yaparsan yap tutamazsın yanında.
Kalben yanında değildir zaten o o saatten sonra.
Bedenen yanında olsa da kalben yoktur.
Zaten gitmiştir.
Birisi sana "gidiyorum" dediyse, aslında gitmiştir o.
Sana nezaketen haber verir.
"Ben gittim" demektir aslında "gidiyorum" demek.
Ve aslında o bilmez ardında kalanın ne kadar acı çektiğini.
Düşünür belki, biraz, sonra umursamaz bile.
Amacı gitmektir çünkü.
Düşündüğü tek şey her şeyi ardında bırakıp gitmektir.
Ve gider.
Çoğu zaman ardına da bakmaz.
Belki bazıları, merhamet varsa yüreğinde az da olsa, şöyle bir döner bakar.
Senin acı çektiğini görür, belki biraz üzülür, vicdan azabı duyar belki birazcık.
Sonra geçer.
Önüne döner yoluna devam eder.
Sense durursun durduğun yerde.
Ne ona ardını dönebilirsin, ne de kendine.
Öylece durursun.
Her şeyin bittiğini, geri dönüşün asla olmayacağını anlayacağın güne kadar orada öylece beklersin acılarınla.
Sonra o gün gelir, sen anlarsın.
Artık geri dönüş olmayacaktır, giden gelmeyecektir asla.
Anlarsın.
Umut etmekten vazgeçersin.
Aşkını kalbine gömersin.
Ve ona arkanı dönersin.
Sen de gidersin.
Ara ara yine de bakarsın ardına istemsizce, aslında umut öyle kolay kolay ölmez çünkü.
Ama ardına her baktığında, daha da uzaklaştığını farkedersin gidenden.
Araya giren mesafeleri farkedersin.
Ve geri dönüşün olmayacağını yavaş yavaş daha da iyi anlarsın.
Böylece umut ölür zor da olsa.
Kendi özüne geri dönersin, yaralarını sararsın.
Kalan izleri seyredersin, ağlarsın.
Sonra zaman geçer, izler kaybolmasa da büyük miktarda silinir.
Hatırlamak güçleşir.
Unutursun, unuttuğunu sanırsın.
Sonra bir şarkı çalar radyoda, hatırlarsın.
Yine anımsarsın, ağlarsın.
Bitti zannetsen de, bitmez öyle kolay kolay.
Anlamazsın.
Gidense yeni maceralarına atılmıştır çoktan, anımsamaz bile...


Fesleğenim ve ben

Anneannemin geçen sene bana hediye ettiği bir fesleğen var.
Geçen yaz evde pek durmadığımızdan, kendisi çok zorlu koşullarda kaldı.
Evde onu sulayacak biri olmadığından, su dolu bir kovanın içerisinde beklettik saksısıyla mesela.
Eve döndüğümüzde suyun tamamı bitmiş üstüne de solmuştu garibim.
Suladık hemen canlandı.
Sonra dalları yanlara doğru değil de yukarı doğru uzuyordu, genişleyeceğine sırık gibi olmaya başladı.
Ben de başka bir saksıya dallarından koparıp koparıp diktim.
O ilk hali öldü.
Ama yavruları şu an yeni saksısında, annesi gibi direniyor.
Kaç kere unuttum sulamayı, her seferinde solsa da, suladığımda yeniden dirildi.
Ona gösterdiğim sevgiyi anlıyor sanırım.
Çünkü onu sulamayı unuttuğumu ve solduğunu farkedince gerçekten çok üzülüyorum.
O da bunu biliyor ki suladığımda hemen kendine geliyor.
Aramızda güzel bir bağ var fesleğenimle.
Ona baktıkça aslında, daha iyi anlıyorum bazen yaşama nasıl sıkı sıkı tutunmak gerektiğini.
Ve o bana anneannemin hediyesi...
Onu benim için bu kadar değerli yapan şeylerden en başta gelen de bu sanırım.
Ve hayattaki tüm zorluklara rağmen, sevdiğinde sana verdiği şahane kokusu...
Aslında o çok güçlü.
Ve ben ona çok imreniyorum...

Bu da benim canım fesleğenim...


Bu gecede var bir hüzün...

Geceler sessiz olursa, beynimde iki kişi konuşuyor; sen ve ben.
Onlar sussun diye müzik dinlemeyi seçiyorum.
Bu sefer de önce melodiler hüzne boğuyor, sonra öyle bir söz geçiyor ki, resmen öldürüyor.
Bunu bugün en alakasız şarkılarda yaşadım...
Hani tamam bazı belli başlı şarkılar var, zaten hüzünlüdür, yaralayıcıdır...
Ama en beklenmedik, en hareketli, ne bileyim en pozitif şarkılarda bile öyle sözler olabiliyor ki bazen...
Kitlenip kalıyorsun...
Birkaç şarkıda bu moda girdim bugün.
Ama genel olarak ruh halimden bahsedecek olursam; iyiyim.
Gerçekten bugün iyiyim.
Kabuslarım azalmadı belki ama, sanırım gözyaşlarım tükendi.
Akmıyorlar.
Ve mesela bugün daha az umursadım.
Giden gitti, biten bitti.
Zaman geriye doğru akmayacağına göre, ileriye doğru adım atmamak için bir neden göremiyorum.
O yüzden ilerliyorum.
Yani yas tutma mevsimi bitti.
Şimdi ilerde olabilecek güzel günlerin hayalini kurma zamanı.
Hem de yalnız.
Farkettim de, hayaller tek kişilik olunca can hiç yanmıyor aslında...
Sadece kendimi hayal ediyorum ben bundan sonra...
Öyle.

Pazar, Temmuz 10, 2011

Lütfen kurtar beni senden...

Yine sarhoşum ki ben.
Alkolik olursam sebebi sen olacaksın sevgilim, üzgünüm...
İçiyorum, çünkü seni unutmak silmek istiyorum beynimden.
Olmuyor ama malesef...
Olmuyor.
Ne zaman çıkıp gideceksin beynimden, kalbimden, benliğimden.
Defol git artık ya!
Canım çok yanıyor artık benim.
Git benden.
Kurtar beni senden.

Hatırlar mısın bilmiyorum, bir gün sen de sarhoştun da bana demiştin "kurtar kendini benden" diye.
Heh! Onu istiyorum senden tam da, kurtar beni senden!

Azad olmak istiyorum.
Uçup gitmek istiyorum başka diyarlara...
Senden kurtarmak istiyorum kendimi...

Nasıl bu kadar sevdim seni ben de anlamadım.
Sevdim ama işte..
Çok hem de...
Unutacağım elbet seni bir gün biliyorum...
Ama ne zaman?
Ne zaman tamamen biteceksin bende?
Bit artık lütfen!
Seni sevmekten yoruldum...
Her gece hayalinle uyumaktan yoruldum...
Her gece rüyamda seni görmekten yoruldum...

Gittiğinden beri, seni rüyamda görmediğim bir gecem geçmedi.
Kurtar artık beni bu azaptan!
Bana daha kötü ne yapabilirsin bilmiyorum ama, yap bir şeyler ki unutayım artık seni.
Çok yorgunum.
Ağlamaktan yoruldum, savaşmaktan yoruldum, sensizlikten yoruldum!

Ve artık biliyorum asla bir daha birlikte olamayacağımızı...
O yüzden ne olursun kurtar beni senden!
Sevmek istemiyorum artık seni...

Ama çok seviyorum ki!
Lanet olsun çok seviyorum!!!

Perşembe, Temmuz 07, 2011

Güneş buralara hiç doğmamıştı belki de...

Gökkuşağım vardı benim.
Baktığımda huzur bulduğum, rengarenk gökkuşağım.
Şimdi baktığım her yer karanlık.

Yağmuru senle sevmiştim ben.
Yağmurdan sonraki o toprak kokusunu.
Şimdi her yerde bulut var kara kara, ama yağmur sadece gözlerimde.

Rüyalar seninle güzeldi bende.
Seni gördüğümde huzurlu uyanırdım sabahlara.
Şimdi senle tüm rüyalar kabus gibi, geceleri uyku girmez oldu gözlerime.
Haliyle sabahlar gelmek bilmedi bir türlü...

Oysa ben yara bandın olmak istememiştim.
Yeni bir başlangıç olmak istemiştim.
Senin de bende yaralar açacağını bilemedim.

Şimdi bambaşka yollara savrulduk ikimiz de.
Ya da ben savruldum sayende..
Sen zaten savrulmuş olduğun yolda ilerliyordun belki de.

...

Olmadığım gibi davranamam ben.
Sahte bir maske takıp etrafa gülücükler saçamam.
Yeri geldiğinde sevincimi paylaşırım, yeri geldiğinde hüznümü.
Yeri gelir nefret ederim.
Yeri de gelir çok severim.
Kimi zaman da çok ağlarım.
Sonra geçer ama.
Bir süreklilik yok hayatta.
Her şey bir gün geldiğinde bitiyor.
Yaralar kapanıyor.
Sadece izleri kalıyor, baktıkça hatıraları canlandıran.
Ama yaralar elbet kapanıyor.
"Zaman" akıp gittikçe, acılar da diniyor.
İnsan neleri sindiriyor, neleri unutuyor.
Ya da unuttuğunu sanıyor.
Ama en azından gömüyor biryerlere...
Ve alışıyor insan, böyle de yaşamaya...
Alışkanlıklar kolay elde ediliyor.
Zaten zor olan alıkşanlıklardan kopabilmek değil mi?
Birine alıştığın için ondan ayrıldığında bu kadar koyuyor.
O yüzden ne sen kork ne de ben.
Sen de alışırsın kendi yaralarını sarmaya.
Ben de alışırım kendi yalnızlığımla boğuşmaya...

Çarşamba, Temmuz 06, 2011

Yine mühendis olamadım

E artık garipsemiyorum bu durumu.
Mühendis dediğin düşünmez ya, birebir ezberler ya.
Ben de düşünmüyorum neden mühendis olamadım diye.
Cevabı belli, ezberleyemiyorum.
Bu.
Tamam bir tane dersi geçemeyeceğim belliydi, çünkü çalışamamıştım, çünkü nedenim vardı.
Ama ya diğeri?
Hani şu kaç gün durmadan baktığım, ve üstüne uykusuz kaldığım...
Sonra sınavda gayet güzelce anlattığım...
Neden ondan geçemedim?
Pardon, geçrilmedim?
Birebir de ezberleyebilmek için gayet uğraşmıştım halbuki.
Eh ne yapalım.
Belki seneye oluruz, belki ondan sonraki seneye...
Ya da hiç olamayıp pes ederiz, fabrika kızı falan oluruz nolcak ya?
En kötü buluruz bir zengin koca, bitti gitti.
Ne gerek var mühendis olmaya değil mi?
Hayır burdan o sevgili iki hocama da tüm kötü dileklerimi, beddualarımı, küfürlerimi göndermek istiyorum.
İnsan harcamak ne kadar da kolaymış.
Teşekkürlerimi bir borç bilirim efendim kendilerine.
Harcımdan alcakları para geçemesin lütfen boğazlarından bir zahmet.
Zehir zıkkım olsun.
Olsun da olsun işte.
Nasıl doluyum, nasıl sinirliyim anlatamam.
Murphy de sağolsun haklı olmaya doymuyor.
Kötü şeyler geldikçe üst üste geliyor.
Neyse efendim.
Öyle işte.
Sonuç olarak, ben yine mühendis olamadım.
Yine diplomasız işsiz konumundayım.
Hayırlısı...

Haykırmak da çözüm değil...

Yazıyorum, siliyorum...
Kafamda deli gibi şeyler kuruyorum, sonra onları da siliyorum...
Bir tek içimdeki bu aptal umudu silemiyorum...
Hayır neyine umut var hala içimde?
Gereksiz.
Artık geri dönüş yok hiçbir şeye.
Bunu bile bile bu gereksiz panik niye?
Ya resmen yorgunum ben...
Yılgınım, kırgınım.
Dün mesela, dün deli gibi öfkeliydim.
Bu sabah da...
Bağırmak, çağırmak, küfretmek istiyordum deli gibi...
Şimdiyse sadece susmak, dinlenmek, iyileşmek istiyorum.
Hayır düşünüyorum; bağırsam çağırsam elime ne geçecek?
Hiçbir şey...
Belki içimde büyüttüklerim dışarı çıkmış olacak bi nebze olsun rahatlayacağım ama sonra?
Hiçbir şey...
Acılarıyla başbaşa kalan ben, canı yanan ben...
Umrunda bile olmayan o...
Neden umursasın ki?
Çekti gitti.
Zaten hiç gelmemişti...
Şimdi tamamen yok oldu hayatımdan...
Neden umursasın ki...
Ben kimsem?
Onu da düşündüm...
Zaten bu ara çok düşünüyorum sonum ne olacak bakalım..
Neyse..
Onu da düşündüm; ben kendim için çok değerliyim aslında.
İnsanlar beni kolay üzüyorlar ama.
Çünkü ben ya gereğinden fazla önem veriyorum insanlara, ya da gereğinden fazla önemsiyorum bana yaptıklarını..
Bilmiyorum...
Ama insanların gözünde değersizim bunu öğrendim mesela.
Yani çoğu insanın en azından...
Oysa ben değer veririm insanlara önce, zamanla değer kaybedenler de olur kazananlar da...
Ama insanlar bana değer verip de bir zahmet umursamıyorlar...
Neden bilmiyorum..
Artık önemsememeye çalışıyorum...
Çünkü çok yoruldum.
Yıprandım.
Yıldım.
Yetti.
Bu kadar.
Amacım kendimi acındırmak falan da değil.
Acımak ne ya?
Acımayın bana.
Ben güçlüyüm şu an gayet aslında.
Evet çok kırıldım, yıkıldım yenildim ama, hala ayaktayım.
Hala ölmedim.
Hala nefes alıyorum.
Daha da yolum var...
Yürüyorum.
Umursamıyorum.
Varsın o da beni sevmesin, çeksin gitsin.
Çok da büyük bir kayıp olmasa gerek.
Elbet yaralarım kapanacak, ben de yeniden sevebileceğim birilerini.
Varsın bu hikaye de böyle bitisin.
Elden gelen bir şey yok.
Benden geçti gitti her şey...
Nasıl ki umursamıyorsa o, ben de umursamıyorum artık.
Ya da bunun için çabalıyorum en azından..
Ki azimliyim de gayet...
Az kaldı ben de geçip gideceğim bu yoldan...
Her şey güzel olacak ondan sonra da...

Salı, Temmuz 05, 2011

Sevgili günlük; ben artık unutmak istiyorum...

Şimdi ben dün gece sarhoştum.
Yani öyle çok değil, kendimi kaybedecek kadar çok değil en azından - ki öyle olsaydım belki daha güzel olabilirdi- eve döndüğümde biriken kelimelerimden "lanet" dolu bir yazı yazdım...
Onu burda paylaşmak ve paylaşmamak arasında çok kararsız kaldım...
Yani bir bakıma içimde ne varsa kusmuşum resmen, şimdi tekrar okuyunca "vay be amma dolmuşum aslında" dedim.

Diyordum ya, kızamıyorum bile ben bu adama diye, aslında kızabiliyormuşum bunu farkettim...
O benim hayallerimi çaldı çünkü...
O benim aşkımı çaldı...
O benim güvenimi darmadağın etti...
O bana elleriyle verdiği umudu, yine elleriyle aldı ve gitti...
Beni ortada bomboş bıraktı böyle...
İçimde az da olsa var olan mutluğu arttırıp, sonra birden hepsini aldı gitti, mutsuz bıraktı...
Ruhumda kocaman bir boşluk bıraktı...
Yani aslında çok şey var kızılacak...
Çok şey var bağırıp yüzüne kusulcak...
Bunları farketmek daha iyi geldi bana...
Unutma sürecimi kısaltır belki diye umuyorum çaresizce.

Yani aslında nefret etmek değil de bu, ki nefret etsem aşk ölürdü bu iyi olurdu, ama nefret etmek değil de bu kızmak bildiğin..
Çok kızıyorum!
Çok kırıldım, çok yaralandım, çok ağladım...
Ama nefret değil işte bu...
Kızgınlık...
Bağırsam da geçmiyor, içimi döksem de geçmiyor, yüzüne söylesem de geçmicek biliyorum...

Öyle saçma sapan bi haldeyim yine işte...
Ama geçecek biliyorum.
Zamanı geldiğinde bu da geçip gidicek...
Bu yarı yolda yapayalnız kalmışlık hissi de bitecek...
Gerçekten beni anlayan dostlarım olmasaydı, daha zor atlatabilirdim bu günleri...
İnsanın böyle zamanlarda yalnız kalmaması çok daha önemliymiş bunu da öğrendim mesela...
Kafamda kurduğum pembe rüyalardan gerçekliğe doğru uyandım sayelerinde...
Ben saf saf "ama ben mutluydum" derken aslında ne kadar mutszu olduğumu, ve ne kadar yaralı olduğumu gösterdiler bana...

Neyse öyle işte...
Sonsöz Eshevar'dan gelsin;

"Yolda bırakılmışlık acısı budur.
Sol tarafta "keşke"ler, sağ taraftaysa "ya böyle olsaydı"ları görebilirsin.
İleriye doğru giden yoldaki pencerelerin hepsi geriye bakmaktadır ve geçmişten küçük, kısa ve anlamsız görünen ama aslında çok değer taşıyan anıları göstermektedirler..."

Cumartesi, Temmuz 02, 2011

Kapattım kendimi ıssız, sessiz kuleme...

Bilinçaltım bu ara çok acayip çalışıyor.
Normal aslında böyle olması biliyorum ama, kendimden korkuyorum.
Bilinçaltımın beni darmadağın etmesinden korkuyorum.
Yapmak istediğim şeyleri gerçekten yapmak istediğimden emin olamıyorum.
Ya diyorum, bu bilinçaltımın bir oyunuysa bana, ki genelde öyle çıkıyor.

Zaten şu ara kalbimle beynim savaş halinde.
Kalbim iyi şeyleri hatırlıyor, üzülüyor; beynim "saçmalama" diyor.
Savaşıyorlar.
Kim galip gelicek belli olmasa da kaybeden her şekilde ben olacağım.
Bu yenilgiyi atlattığımda ya beyinsiz olup kafayı yicem, ya da kalpsiz kalıp aşkta tövbe edicem...
Ki ettim zaten.
"Aşk" kavramı benliğini yitirdi bende.
Kendimi kapatmak istiyorum sessiz bir kuleye, giremesin içeriye hiçkimse.
Kendim olmalıyım uzunca bir süre...

Tam demiştim ki, toparlandım, yaralarımdan arındım, yeni bir heyecana hazırım...
O da; kursağımda kalmasını bir yana bırakırsak, beni daha da derinden yaralayıp bıraktı köşemde.
Şimdi bir öncekinden daha da derin yaralarımı sarmak için yine "zaman" kavramına sığınıyorum...
Daha derin çünkü, bu sefer hiç beklemediğim bir anda yere çakıldım.
Bu sefer, gülerken ağlamaya başladım...
Bu sefer psikolojim darmaduman.
Bu sefer ne beynim var ne kalbim...
İkisi de yaralı...
Can çekişen bir halde nefes alıyorum sadece...
Ve hayır, istemiyorum biri gelsin beni kurtarsın.
Kendi kendimi ben kurtarmalıyım ki, yine böyle bir durum olduğunda daha güçlü olabileyim.
Beni birilerinin kurtarmasına alışırsam bunu hep beklerim ve o zaman, ilerde birgün kimse gelmediğinde çok daha derinden yaralanabilirim.
O yüzden, kendi kendimi iyi edebilmek adına savaşıyorum kendimle.
İşte tam bu yüzden, kendimi kapatmak istiyorum ıssız bir kuleye...
Kendi ruhumun sesini dinleyip onunla dertleşmek, onun yaralarını sarıp iyi etmek istiyorum...

Ve onun bana yaptığını başkasına yapmamak adına, önce tamamen iyileşmeden, o kuleden çıkmak istemiyorum...

Cuma, Temmuz 01, 2011

Vee masal bitti...

Aslında diyebilecek hiç bir şeyim yok.
Kelimelerim kifayetsiz.
Yapabileceğim, isyan edebileceğim, savaşabileceğim bir şey de yok.
Hiçbir şeyim yok.

Genelde mutsuz başlar masallar..
Mutluluğa ulaşmak için savaşır kahramanlar.
Bir çok zorlu yoldan geçerler birbirlerine kavuşmak için.
En sonunda hakederler mutlu olmayı, çünkü acı çekmişlerdir, artık haklarıdır.

Benim masalım mutlu başladı.
Mutluluğa ulaşmak için savaşmak zorunda kalmadım, mutluydum çünkü.
Bir çok zorlu yoldan da geçmedim, yani haketmedim mutlu olmayı, çünkü acı çekmedim.
Sonunda masal bitti, prens gitti, prenses zaten başka kaledeydi...
Kendi masalımın kahramanı bile olamadım.
Çünkü prens başka kaleden gelmişti...

Gerçekten savaşabileceğim bir şey yok ortada.
Yapabileceğim, gitme kal diyebileceğim bir durum yok.
Zaten tam anlamıyla gelmemiş birine gitme diyemezsin ki.
Böyle olması belki de canımı yakan.
Elimden gelen hiçbir şeyin olmaması, böyle elim kolum bağlı oturmak.
Ne uzanabiliyorum, ne geri gidebiliyorum.
Duruyorum...

Yine zaman yanlış, yine insan yanlış..
Ben doğruları bulmayı beceremiyorum.
İsyan falan etmiyorum artık, edemiyorum.
Kızamıyorum da...
Belki kızabilseydim rahatlayabilirdim.
Ama ben kızmayı bile beceremiyorum.
Aslında kızmam gereken şeyler var, biliyorum...
Hatta kızmalıyım, bağırmalıyım, içimi atmalıyım dışarı.
Ama yapacak gücüm yok.
Çok yoruldum, çok yıprandım...
Çok kırıldım..
Hiç olmadığım kadar kırıldım...
Her parçam bir yana savruldu, toparlanamıyorum...
Zamanı geldiğinde bu da geçicek, benim de kendi masalım olabilecek belki, bilmiyorum..
Ama şimdi hiç birşey yapmak istemiyorum...
Sadece uyumak, sonsuzluk kadar uzun bir süre uyumak istiyorum...
Uyandığımda her şey bitmiş geçmiş gitmiş olsun..
Ya da hiç uyanmasam da olur, rüyalarım mutlu olsun yeter.
Kabuslarım bitsin istiyorum..

Ya ben yine çok şey mi istiyorum?
Oysa ki sadece mutlu olmak istemiştim.
Öyleydim de..
Ama şimdi öyle bir yerdeyim ki, nerdeyim ben de bilmiyorum...
Öyle bir yerdeyim işte...