Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Perşembe, Nisan 29, 2010

Rüya...

…“Zorla uyandırmayın beni. İstemiyorum. Ben kendiliğimden uyanırım. Kendim uyanmayı daha çok seviyorum. Bunu bile bile beni zorla uyandırmaya çalışmayın.” Diye bağırıp uykusuna geri döndü. O kadar üşümüştü ki yatağın içinde büzüşmüştü. Belki de evden ayrılarak iyi bir şey yapmamıştı. Belki de çok pişman olacağı günler gelecekti. Ama şimdi bunları umursamıyordu hiç. Uyumak istiyordu. Sadece uyumak. Girdiği depresyon süresi bitene kadar, ortam sakinleşene kadar, huzur geri gelene kadar…

Ama birden yatakta sarsılarak uyandı. -yine- Sinirle kafayı çevirdi ama onu sarsan her kimse artık orda değildi. “Neden beni rahat bırakmıyorlar?” diye düşündü sinirle. Kalktı. Uykusunu böleni aramaya koyuldu. Sokak kapısı açıktı. Dışarı çıkmış olabileceğini düşünüp o da çıktı. Dar bir sokakta koşabildiği en yüksek hızla koşmaya başladı. Nefesinin tükendiği yere geldiğinde sokağın çıkmaz bir sokak olduğunu fark etti.

Geri dönmek istese de yolu artık kapanmıştı. Duvarın üstünden geçebilmek için tırmanmaya başladı. Elleri yaralandı, geceliği parçalandı ama o artık kovalayan değil kaçan olmuştu. Sonunda ulaştığı duvarın tepesinden yere hızla atladı. Biraz sert bir düşüş olmuştu ama bunu düşünmek için durmadı bile. Koşmaya devam etti.

Deniz kıyısına vardığında ne kadar süredir koştuğunu merak eder haldeydi. Peki ya şimdi ne tarafa gidecekti? Fazla düşünmeden denize girdi. Dalgalarla savaşarak, buz gibi suyun içinde ilerlemeye başladı. Birisi onun suyun derinliklerine çekmeye başladı. Kurtulmaya çalıştı, olmadı. Giderek dibe çöküyordu. Kan ter içinde gözlerini açtı. …“Zorla uyandırmayın beni. İstemiyorum. Ben kendiliğimden uyanırım. Kendim uyanmayı daha çok seviyorum. Bunu bile bile beni zorla uyandırmaya çalışmayın.” Diye bağırıp uykusuna geri döndü.

Perşembe, Nisan 22, 2010

Kırmızı Bir Gül...

Elimde kırmızı bir gül var…

- Ben sevmem kırmızı gülleri. Klasik her kutlamada hediye edilirler. Beyaz ve pembe de öyle. Hâlbuki kimse fark etmez sarı güllerin güzelliğini. Bir de “ayrılık” anlamını yüklemezler mi? Deli ediyorlar beni.-

Bu gül nerden geldi ki benim elime? Kim tutuşturdu ben farkında olmadan? Hatırlamıyorum. Ama şimdi elimde bu kırmızı gülle yürüyorum durmadan. Ardıma bakmadan. Nereye gittiğimi bilmiyormuşçasına yürüyorum. Neyse ki aradığım yeri bulmam çok zor olmuyor. Sessizce açık olan kapıdan içeri giriyorum. İçeride gürültüler var. Kahkaha seslerinin arasında ilerliyorum. İnsanlar gülüyor ama aslında içlerinde derin bir hüzün var. Hissedebiliyorum. Ardımda kalan herkes gözlerini elimdeki kırmızı güle dikiyor. - Benden beklenmeyecek bir hareket çünkü elimde kırmızı bir gül olması.- Sessizce merdivenlere yöneliyorum. Biliyorum ki yukarıda beni bekliyor. Odadan içeri sessizce giriyorum. “Nerde kaldın?” diyor bana sesinin son damlasıyla. “Geldim işte” diyebiliyorum sadece, “Geldim”. Elimdeki kırmızı güle bakıyor. Gülümsüyor. “Getirmişsin” diyor. O an hatırlıyorum işte elimde neden kırmızı bir gül var. Onu nerden, neden aldım? Hepsi tek tek aklıma geliyor. “Evet” diyorum “Getirdim”. Usulca eline bırakıyorum kırmızı gülü. Sakince kaldırıp elini, son bir kez kokluyor. Ve gözlerini ebediyen kapatmadan önce “Sonunda kavuştuk” diyor, “Sonunda kavuştuk”. Ve ben arkamı dönüp çıkıyorum odadan gözyaşları içinde.

Kırmızı güllerden artık daha çok nefret ediyorum bu sayede. Çünkü o son nefesinde dahi beni değil onları bekliyor. Aslında beni hiç sevmediğini bir kez daha anlıyorum…