Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Cumartesi, Kasım 17, 2012

Ne oldu ki şimdi?

Uzun zamandır yazmıyorum diye sanırım blogger bana kızdı. Daha önceki yazılarımdaki resimlerimi falan hep silmiş. Neden anlamadım. Resimleri bi daha nasıl bulabilirim, ya da uğraşır mıyım onu da bilmiyorum. Üzüldüm ve de sinir oldum. o kadar.

Cuma, Ağustos 10, 2012

Bakalım hoş gelecek misin yeni iş hayatım...

Fazla tesadüfi bir şekilde bir iş görüşmesine gittim.
İlk iş görüşmemdi ve işe girebileceğimden hiç emin değildim.
Olaya "en azından iş görüşmesi tecrübesi olur" gözüyle baktım.
Belki de bunun verdiği rahatlıktı.
Bilemem.
Ama ilk iş görüşmemde işe alındım.
Mezun olmadığım-olamadığım-oldurmadıkları-için hiç umudum yokken, bir anda iş sahibi biri oldum.
Pazartesi günü işe başlıyorum bir aksilik çıkmaz ise.
Öyle işte.
Böyle de bir sevincim vardı. 
Paylaşmak istedim.



Bu da beni mezun etmeyen o iki o.ç. ye kapak olsun!

Pazar, Haziran 03, 2012

O Gün Geldi...

O gün geldi mi?
Hani uzun gibi olan bir süredir beklediğin o gün geldi mi?
Bekleyip beklemediğin önemli değil, o gün geldi mi?
İlla ki geleceğini bildiğin, sürekli ertelediğin o gün, korktuğun, gereksiz yere korktuğun, korkulacak bir şey olmamasına rağmen korktuğun o gün.
Sen günden değil kendinden korktun hep.
Hep kendinden.
Ne olacak ki o gün geldiğinde?
Ne olabilir ki?
Bilmiyorsun.
Bilinmezlikten korkuyorsun.
Olup bitse, büyümese...
Bekledikçe büyüyen bir korku, erteledikçe artan bir gerilim.
O gün geldi.
Bekle.
Az daha.
Yüzleşmek istemediğin şeylerle yüzleş.
O gün geldi.
Kaçma.
Kaçarak bir sonu gelmeyecek.
Sabret.
O gün geldi.
Ağlama.
Sen korktukça canavar devleşecek.
Korkmuyorsun.
Neden korkasın ki?
Yüzleşmek kaçtığın bir şey olmadı hiç senin.
Şimdi neden kaçasın ki?
Kaçma.
Yüzleş.
Sonra da sil at.
Yok et.
Korkma.
Hepsi bugün, şimdi, burda bitecek.




- bitemedi.sen değil o yüzleşmekten korktu ve vazgeçti-




(02.06.2012-topluca yazı yazma gününde yazdığım bir yazı)

Cuma, Mayıs 25, 2012

Olmadı Baştan...

Yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? - Nazım Hikmet

Hayat bazen çok böyle değil mi?
İstiyoruz ve olmuyor diye, gözyaşı dökmek niye?
Karşılık beklemeden yapılmalı bence sevmek.
Sadece sevmek.
Nerde okuduğumu anımsayamadığım bir yerde diyordu ki, "ben sadece kendimden emin olabilirim seni sevdiğimden, sen istediğin kadar seni seviyorum de bana bunu kanıtlamayazsın" bu tarz bi yazıydı işte.
Doğru bence.
Sadece sevmekle yükümlüsün.
Karşı tarafa tek bir kelime bile edemezsin.
Etmemelisin de..
Öyle işte...






(anlatmak istediklerimi anlatamadığım çok saçma bir yazı oldu bu evet!)

Perşembe, Mayıs 17, 2012

Yalan olan sevişmelerimizdi...

Sevgi yoktu aramızda, aşk da.
Belki sadece biraz tutku.
Sevgi bende çoktu, aşk da.
Ama ikimizi de çemberine alabilecek kadar çok olmadı hiç bir zamanda.
Ellerimi uzatma amacı onları tutmandı, oysa sen tutmadın.
Gözlerine bakarken içim titremişti, senin hisselerin farklıydı.
Ben sadece sevmek istedim, sen sevişmek.
Ben sonsuzda kadar beraber olalım dedim, sen tek gece.
Sonunda senin istediğin oldu, her şey tek bir gecede son buldu.
Aramızda aşk yoktu, aşk bir tek bende vardı.
Yalan olan sevişmelerimizdi..
Çünkü bir tek onlar sende kaldı...

Çarşamba, Mayıs 09, 2012

İstanbul'da Birikenler...

"Sevgili Günlük" diye başlanabilitesi olan bir yazı olabilir aslında bu.
Zaman hızlı geçti, ben yazı yazamadım özür dilerim falan gibi safsatalarla dolu da olabilir..
Ama hayır.
Hissettiklerim değil de yaşadıklarımı yazacak olmamdan kaynaklanan bir kafa karmaşası da bunu bir "Günlük" yapabilir.

Gün gün değil yazacaklarım.
2 haftalık bir tatil süresini kapsıyor.
2 haftalık mini öykü belki de..
Çok şey sığdırmadım belki bu tatil dediğim aslında sadece gezmek tozmak olan süre zarfına..
Gezdim, yoruldum, eğlendim, aşık oldum, terk ettim-edildim...
Olmayacağını bildiğim bir duaya sadece 1 günlük amintobello dedim...
Sonra geçti.
Zaten çok sevdiğim bir insanla yüzyüze tanıştım.. Daha çok sevdim..
Yeni bir dost edindim.
Kule kule gezip salak prensi arandım, ki aranmayacağıma kendime söz vermişken...
Yine de bulamadım zaten..
Huzur buldum ev yapımı şarap kadehleri dostlarla kalkıp inerken...
Geri dönmeyi hem hiç istemedim, hem de özledim..
Karmaşık duygularla gittiğim İstanbul'dan, daha karmaşık, daha yorgun, ara ara kendinden emin, biraz değişmiş, biraz yenilenmiş döndüm..
Hala İzmir'in sakinliğine alışamadım belki ama, özlediğim ilk şeyin bu olmasını garipsemedim...

Edindiğim dostlar, yaşadığım anılar.. bunları kaydettim..

2 hafta nasıl geçti anlamadan, döndüm ve geri geldim..

Salı, Mart 06, 2012

Yağmur


05.03.2012/21:30

Beyaz çizgilerin kesiksiz olduğu düz bir yolda ilerlerken, önüne çıkan sakin bir kaplumbağa yüzünden frene asılmak zorunda kaldı. Arabadan inip kaplumbağanın yanına yanaştı. Sakince onu kucağına aldı, biraz sevdi ve sonrasında yolun kıyısındaki ormanlık alana bıraktı. Arabasına binip yoluna devam etti. Biraz daha ilerde birbirleriyle oyun oynayan neşeli köpeklere rastladı. Yanlarından geçerken onları izledi, hayatın bu kadar dertsiz, eğlenceli olabilmesini dileyerek yoluna devam etti.

Hava yavaşça kararmaya, kara kara bulutlar bir ataya gelmeye başlamıştı. Yol bitmeden yağmur başlamasın diye umut etmek istedi ama nafile… Yağmur bardaktan boşalırcasına aniden bastırdı. Silecekler yağmurun hızına yetişemez olmuştu. Yavaşladı. Yol giderek kıvrımlaşıyor, yağmur en hızlı halini almaya başlıyordu.

Arabayı sağa çekip iç lambasını yaktı. Daha fazla bu yağmurda gidemeyeceğini düşünüyor, kendini tehlikeye atmak istemiyordu. Radyoda sık sık dinlediği frekansları aradı ama ya bulunduğu yer, ya da delicesine yağan yağmur nedeniyle radyonun doğru dürüst çekmediğini fark etti. Torpido gözündeki CDlere bakındı. İçlerinden bir tanesini annesi için almıştı. Annesi çok severdi, onu taktı, gözlerini kapattı. Yağmurun ve müziğin sesi birbirine karıştı. Dışarıdan belli belirsiz kaçışan hayvanların sesleri gelmekteydi. Kaplumbağayı düşündü, yağmurdan saklanabilmiş miydi? Peki ya oynaşan köpekler? Hatta ormanda bulunan tüm canlılar…

Gözlerini daha sıkı kapadı, annesini düşündü. Geç kaldığı için onu merak edecekti. Telefonunu alarak onu aramaya çalıştı. Ama durduğu yerin sapalığı yüzünden telefonu da çekmiyordu. Yağmur daha da hızlandı.

Onun şehirden bu kadar uzağa taşınmasına neden olan olaylar serisini düşündü. Gözleri doldu, ruhunu havanın karamsarlığı kapladı. Neden insanları anlamak için uğraştığı kadar insanlar onu anlamak için uğraşmıyordu? Hayatına giren, hayatında hep var olan, hayatına bir gün girebilecek olan insanlar onunla neden empati kuramıyordu?

Durdu. Gözlerini daha sıkı yumdu ve hatıralarından kurtulmaya çalıştı. Yağmur daha da hızlandı. Belki de artık dolu yağıyordu. Emin olamadı. Müziğin sesini biraz daha açıp, arabanın iç lambasını söndürdü. Silecekleri kapattı, arabanın kapılarını kitledi.

Bağıra bağıra ağlamaya başladı. İçindeki zehri atmaya çalışırken ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Arabadan indi, yüzünü bulutlara çevirdi, yağmura gözyaşlarındaki zehri karıştırdı. Yağmur dinene kadar ağladı.

Yağmur dindiğinde ormandaki toprak kokusunu ciğerlerinin en derinine kadar çekti ve yoluna devam etti.

Ormanı geçti, şehrin puslu, kirli havasına yeniden girdi. Eskiden “evim” dediği, şimdiyse nefret ettiği apartmanın önüne geldi. Aynasına son kez bakıp yüzünü kontrol etti.

Ve arabadan indi…

Salı, Şubat 28, 2012

Belirsizlik

Elinde boş şişeler, etrafa saçılmış abur-cubur parçaları, yağan yağmurun sesi, esen rüzgarın uğultusu, saçlarında biriken yağlar, gözlerinden akmış birbirine karışmış kalem ve rimel, üstünde yırtılmış bir T-shirt...
Nerede, neden, nasıl bir şekilde orada bulunduğunu canlandıramadığı hafızası, gözlerini açtığında dönen başı, bulanan midesi, kendini hareket edemeyecek kadar yorgun hissetmesi...
Hayalinde canlanan danslar, uzaktan gelen bir müzik, sigara dumanı, alkol, kusmuk kokusu, havasızlık hissi, yağmurun sesi...
Bitmek bilmeyen baş ağrısı, bakınıp bulamadığı çantası, sahi kıyafetleri nerede ki?
Bir an önce ayaklanıp oradan çıkma isteği...
Ama başaramaması...



(Uzunca bir zaman sonunda kendimi değil de bir kurguyu yazıyor olmak kadar mutlu eden bir şey olamaz sanırım şu anda sanki.)

Pazar, Şubat 19, 2012

Doğmayan güneşe inat, karanlıktan korkmuyorum artık!

Yapabileceğim çok şey var gibi dursa da, aslında elimden hiçbir şey gelmiyor olması benim suçum olabilir, evet.
Ama aslına yapmam gereken çok da bir şey yokmuş gibi duruyor.
Sadece artık karanlıktan korkmuyorum.
İşin garip tarafı, korkmadığım bir şeyin üstüne de yürümüyorum.
Duruyorum. Sonunda ne olacağı belirsiz bir boşlukta.
Neyin doğru, neyin yanlış, neyim imkansız, neyin acımasız olduğunu pek kestiremesem de, bekliyorum.
Sonun gelmesini.
Ama gelmiyor.
Son sonsuzluğa yüz tutuyor...
Uzuyor karanlıklar.
Oysa bilmiyor, ben artık karanlıktan korkmuyorum..
Ona sonsuza dek bakıp, içinde kendi hayallerimde kaybolabilirim...
Ama asla ona doğru bir adım atmam.
O zannediyor ki ona doğru atmadığım her adımda ben ondan daha çok korkuyorum..
Ama öyle değil işte.
Ben sadece bekliyorum, duruyorum, dikiliyorum.
Belki doğru anın gelmesini, belki onun bana gelmesini...
Huzuru..
Sevgiyi.
Sevilmeyi.
Yeniyi.
Yenisini.
Yeni bir sevgiyi..
Birisini...
Bekliyorum...
Ve bana gelip gelmeyeceğini bilmediğim sonsuz bir karanlıkta, bir siluet olarak karşımda belirmesini içten içce umut ediyorum.
Bu kadar. 

Salı, Şubat 14, 2012

...


Tam olarak sözün bittiği noktaydı.
Gözyaşlarım durana kadar bekledim.
Bu resim o kadar çok şey barındırıyor ki içinde...
Yazılabilecek pek de bir şey yok aslında...

Six feet under izleyin...
O kadar.

Pazartesi, Şubat 13, 2012

Cevaplar kitabı ve ben

Lessien= Aşık olmalı mıyım?
Cevaplar kitabı= Evet.

L= Peki o bana aşık olacak mı?
C= İlk aklına geleni yapma.

L= Peki bu aşkın sonu da hüsran mı olacak?
C= Bir yıl sonra bunun hiç bir önemi kalmayacak.

L= O, benim için doğru insan mı?
C= Çok iyi bir sonuç elde edebilirsin.

L= Aramızdaki mesafe ilişkimize engel olacak mı?
C= Artık bu konuda yeterince deneyimin var.

L= Mutlu olacak mıyız?
C= Ya doğrusunu yap ya da hiç yapma.

L= O bana gelecek mi?
C= Hiç kuşku duyma.

L= Beklemeli miyim?
C= Kurallara uy.

L= Ortak noktalarımız yeterli mi?
C= Evet.

L= Bu sene içerisinde kavuşur muyuz?
C= Bu işi daha sonra ele al.

L= O da benden etkilenmiş mi?
C= İşi sonuçlandırmak için ısrarlı ol.

L= Kitap, bu söylediklerine inanmalı mıyım?
C= Boşuna zamanını harcama.

Umut fakirin ekmeği...

Gemilerim batmış kara veya ak bir denizde.
Önemli değil neresi olduğu.
Batmış gitmiş işte.
İçinde mürettebat...

Kalbimin odacıklarında kimse kalmamış gibi.
Kanı çekilmiş gibi.

Kulaklarımda gereksiz bir uğultu..
Rüzgar mı bu esen?

Gözlerimde bir buğu, gözyaşlarımın sonucu.
Ağlamıyorum.
Esen rüzgarın etkisinden olsa gerek.
Yoksa ben uzun zamandır ağlamıyorum...

İlaçlar bitmiş.
Doktor gelme artık diyor.
"Sen iyisin".

Hayır değilim.
Evet iyiyim belki görünüş olarak ama içimdekileri neden göremiyor kimse.
Ya da ben mi anlatamıyorum gereksinimlerimi...

Sadece sevgi diledim, dilendim, istedim.

Beni olduğum gibi kabul edip sevebilecek birisini.

Şimdi ondan da vazgeçtim.
Mükemmeli aramaktan vazgeçtim.
Aranmaktan vazgeçtim.
Sevmekten, sevilmekten vazgeçtim.

Şimdi tek bir şey istiyorum...
Yağmurun altında şurada olduğu gibi şarkı söyleyebilmek..
Ve çılgınlar gibi dans etmek..

Beklemedeyim...

Cumartesi, Şubat 11, 2012

Platonik

Bazı dönemlerim olur benim böyle platonik takılmayı sevdiğim, ya da platonik takılmak zorunda olduğumdan bu durumu sevdiğim...
Saçma ve de gereksiz biliyorum ama.
Benim de bazı geçiş dönemlerim olur böyle.
Yine uzun zamandır ilhamın gelmemesi, okula sıkılmam, hayata sıkılmam.
Şu an bunları yazarken bile aslında ne yazacağımı bilmiyorum..
Öyle saçmalamış bile olabilirim.
Neyse.
Öyle.

Salı, Ocak 03, 2012

başlıksız

Ruhsuzum.
Ya da ruhum bir süreliğine benden gitmiş.
Yalnızım.
Çaresiz olmadım belki çoğu zaman ama hissettiğim şu ara bu; Çaresizlik!
Sessizlik.
İmkansızlık dahilindeki imkanlar.
Yarınlardaki yansımalar.
Ses olmayan sesler..
Bedenden çıkan ruhun geri dönmek istememesi.
Onda kalmak istemesi.
Rüyaların geri gelmesi.
Can sıkıcı bir sürü detay!
İstememek!
Artık bitmiş olmalıydı demek!
Bağırsak da duyulmamak.
Lanet etmek!
Kusmak!
Çok kusmak!
Belki de çok içmek gerekmek.
Ağlamamak!
Artık ağlamadan hatırlamak.
Ama yine de o lanet günleri hatırlamak!
İsyan etmek!
Unutmayı gerçekten istemek ama başaramamak.


Böyle!
Bu günlerdeki hissiyatım böyle işte!