Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Pazartesi, Haziran 28, 2010

Mektup...


Nereden geldiğini hatırlamadığım bir mektup buldum bugün temizlik yaparken. Toz tutmuş sayfaları bir bir çevirirken ufak, sararmış bir mektup elime geçti. Merakıma yenik düşüp açtım mektubu. Okudum. Bana yazılmıştı. Üstelik benim yazdığım bir mektuba cevap olarak. Peki, ben bu mektubu neden daha önce görmemiştim? Kim saklamıştı bunu benden? Yıllar yıllar sonra neden şimdi karşıma çıktı aniden? Bilmiyorum. Ama zamanlaması gerçekten harika. Uzun zamandır hissetmediğim duygular yaşattı bana bu mektup; hüzün. Özlediğim birileri olduğunu fark ettim. Uzun zaman önce hatırlamayı bıraktığım biri. Sevmekten vazgeçtiğim biri. Gözyaşı dökmekten yorulduğum.

Bir hayalet gibi birden karşımda belirdi bu mektupla işte. Neden engellendi ki bu mektubu okumam. Her şey daha net olabilirdi bunu okusaydım zamanında. Her şey bambaşka olabilirdi. Vazgeçmek zorunda kalmazdım onu sevmekten. Gözyaşları yerine kahkahalar beklerdi beni. Hiç unutmazdım onu hep severdim, hep hatırlardım. Ama yok. Olmadı. Kim neden engel oldu buna bilmiyorum ama birisi ayırdı bizi.

Bugün öğrendim ki; aslında beni sevmekten vazgeçen sen değilmişsin. Seni sevmekten vazgeçen benmişim. Yıllarca sana sitem ettim. Beni unuttun diye. Hâlbuki seni unutan benmişim. Ben gözyaşı dökerken senin için, sen eğleniyorsun sanıyordum, oysaki sen de ağlıyormuşsun benim gibi.

Ve bugün bu öğrendiklerimin geleceğe ne faydası oldu diye bir düşünürsek; kocaman bir hiçten başka bir şey değil. Çünkü istesem de düzeltemem bir şeyleri. İstesem de uzanamaz artık ellerim sana. Sen uzaktasın. Ulaşılmaz göklerde. Bense yerde, cehennemin dibinde…

Cuma, Haziran 18, 2010

Hatalar...

Her şeyden habersiz sessizce yolda ilerlerken, birden bire bir şey anımsadı.
Bir şeyler ters gitmişti. Bu yola neden çıktığını hatırladı.
Her şeyin başladığı yere geri dönüyordu.
Kaçıp gittiği yere tekrar geri gidiyordu.
Yaptığı hatanın bedelini artık ödemesi gerekiyordu.
Kaçarak iyi yapmadığını şimdi çok daha iyi anlıyordu.
Neden bu yolu seçtiğine şimdi bir anlam veremiyordu.
Oysaki o zaman bu seçenek ona çok doğru gelmişti.
Şimdi fark ediyordu ki bu aslında hiç de iyi bir seçim değildi.
Her şey ardında yitip bitmekteydi.
Tekrar geri dönüşü olmayan bir yola girmişti.
Kaçtığı her şey artık dimdik ve daha güçlü olarak karşısındaydı.
Eve geri döndüğünde yüzleşecekleri onu korkutsa da, artık yola çıkmıştı bile.
Onu vazgeçirebilecek hiçbir şey ortada kalmamıştı.
O artık yeni yolunu seçmişti.
Sakince son üç adımını attı.
Kapıya gelmişti.
İçeriden bağırışlar geliyordu.
Kalabalık ağlıyordu.
Geç kalmıştı.
Yetişememişti.
Kapıyı hiç çalmadan geri döndü.
Ne tarafa gittiğini bilmeden, umarsızca koştu.
Ağlıyordu.
Gözyaşları koşma hızıyla yarışıyordu.
Geç kalmıştı.
Yanlış kararlarının bedeli onu sonsuza dek kaybetmek olmuştu.
Hem de kendi yüzünden.
Durdu.
Yere çöktü.
Yüzüne vuran ışık huzmesine ve çığlık gibi büyüyen sese aldırmadı.
Huzur ona doğru geliyordu.
Önce derin bir acı duydu.
Sonra huzura, “Ona” kavuştu.

Perşembe, Haziran 17, 2010

Su Perisi...

Suda yaşayan bir su perisi. Kanatları yok uçmak için, sadece yüzüyor. Derin nehirlere dalıp temiz okyanuslarda dolaşıyor. O kadar masum ki, o kadar saf ve temiz ki… Bilmiyor hiç çevresinde olup biten kötülükleri. O kadar bihaber ki etrafından en yakın dostları bile -yani öyle sandıkları- arkasından kuyusunu kazıyor.

O böyle sakin yaşamına devam ederken, bir gün bir ağ atılıyor dolaşıp durduğu denize. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş olan su perisi ona daha yakından bakabilmek için yaklaşıyor, inceliyor… Gözlerini yeryüzünde açıyor. Oksijenle burada tanışıyor. Güneşin gerçek yüzüyle, ayın yakamozunu görüyor. Suyun altındaki berraklıktan uzak, herkesin, her şeyin gerçek yüzünü görüyor. Oysa sudayken, sahte de olsa her şey çok da güzelken, burada gerçeklerle yüzleşiyor. Kimsenin tanıdığı gibi olmadığını görüyor. Daha da yıkılıyor. Yıkıldıkça nefesi tükeniyor. Sudan ayrıldığı şu az dönemde o kadar çok şey öğreniyor ki hayata dair. Şimdi o temiz, berrak yere asla geri dönemez. Sahte çünkü. Ama burada yalanların içinde de kalamaz. Gözlerini yumuyor. Son kez bir nefes alıyor sahte dünyadan. Ve kanatlarına kavuşuyor. Uçuyor… Tüm güzellik ve kötülükleri ardında bırakarak göğe yükseliyor…

Perşembe, Haziran 03, 2010

Yeni..

Yağan yağmurun ne zaman dineceği çoğu zaman belli olmaz aslında. Hatta yağmurun ne zaman yağacağı da belli olmaz çoğu zaman. Ne zaman başlayacağı biteceği belli olmayan şeylerden hep korkmuş, hep çekinmişimdir. Çünkü ben planlı, programlı olayları severim. Belirsizlikler bana göre değildir çoğu zaman. Çoğu zaman bir b planım vardır. Olur da bir terslik olursa diye. Bence b planları şart herkese. Ne olacağı çoğu zaman belli değil zaten. İstatistiksel bir dünyada yaşıyoruz değil mi? Yani, bir zamanlar okuduğum bir kitapta dediği gibi; Hiçbir Şey Olasılıksız Değildir. Nokta. Ne kadar da doğru bir sözdür bu. Milyarlarca olasılık var önümüzde. Hangisinin olabileceğini kestiremeyiz. Yüksek olasılıklı ihtimallere güveniriz ama yanılma olasılığımız az da olsa vardır. Bu nedenle hayatı akışına mı bırakmak gerekir? Yoksa olasılıkları hesaplamaya çalışıp ona göre bir yol çizmeye çalışmak mı? Tüm zamanımızı buna harcarsak hayatı nasıl yaşayacağız peki? Hayatı yaşamak için mi buradayız yoksa ondan işkence çekmek için mi bunu da bilmiyorum ya zaten. Önemli de değil. Peki ya zaman kavramına gelince? Öyle bir kavram gerçekten var mı? Ben buna inanmıyorum. Çünkü gerçekten böyle bir kavram olsaydı istediğinde tersine işlemezdi. Bu zamana kadar bana öğretilen çoğu şeyin yanlış olduğuna karar verdim. Yani benim kendi doğrularım oluşmaya başladığından beri yanlış şeylerle büyüdüğümü fark ettim. Neden peki? En başta ailem bana yanlış şeyler öğretmiş ve bunları bana dayatmışsa, diğer insanlar bana neler yapmaya çalışmaz ki? Yeni bir öğrenme sürecine girdim. Yeni şeyler öğreniyorum. Yeni dünyalar tanıyorum. Yeni kararlar alıyorum. Kendi doğrularımla yüzleşiyorum ve onları sindirmeye çalışıyorum. Yani bir yenilenme sürecindeyim. Bu nedenle;

Etrafıma verdiğim rahatsızlıktan ötürü herkesten özür diliyorum!