Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Perşembe, Ağustos 25, 2011

Ara lazım galiba bana...

Neden lazım, anlatayım.
Geçen gece yazdıklarımı -son 2 ayı- geri okuma yaptım. Ara ara geri okuma yaparım ben, bu iki ayda yapmamıştım, geçen gece yaptım. Farkettim ki, artık kendimi tekrar etmeye başlamışım. Dert yandığım şeyler aynı, dert yanma biçmim, kullandığım kelimeler, kurduğum cümleler aynı. Bu da kafamda sürekli aynı şeyleri aynı şekilde kurduğumu gösteriyor. Hayal gücümün sınırlarını zorlayıp da bir hikaye yazma girişiminde de bulunmamışım. Günlük yapmışım burayı resmen. Tamam burasının adı "İçimden bir ses", elbetteki içimden geçenleri yazacağım ama, bu kadar melankoli, yetmiş, artmış bence. Üretkenliğimin tükendiği hissine kapılmaya başladım. Kendimi zaten toplamaya ihtiyacım var, kafamı da toplamaya ihtiyacım var. Hayallerimin de dinlenmesi gerekmiş meğer.
Bu nedenle ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre buraya yazmamaya karar verdim. Kağıtlarımı, kalemlerimi tüketme zamanı şimdi. Çünkü yazı yazmadan duramam biliyorum...
Ve azda olsa beni okuyan sizlere, daha eğlenceli, daha az melankolik, depresyondan uzak yazılarla dönebilmek adına, kendimi nadasa bırakıyorum...

En kısa zamanda görüşmek dileğiyle...

Pazartesi, Ağustos 22, 2011

Bazen de gereksiz insanlara gereksiz anlam yüklersin...

Şimdi olay tamamen şöyle başlar;
Birileriyle tanışırsın yaşadığın müddetçe, bu değişmez bir gerçek.
Sonra insanları kendi gözünde kategorize edersin.
Değer biçersin önce, o değeri onlara verirsin.
Hata payı her zaman var.
Kimine az değer verirsin, sonra değeri artar yavaş yavaş, kimine birden çok değer verirsin sonra bir de bakarsın değersizleşmiş, düşmüş, bitmiş senin için.
İşte meselenin kitlendiği nokta tamamen burdan başlar.
Az değer verip de sonra gözünde değer kazanan insanlar çoğu zaman daha kıymetlidir, daha kalıcıdır hayatımızda.
Ama ya diğerleri?

Tanışırsın, sana kendini öyle bir gösterir ki, değer vermeye başlarsın.
Yeri gelir seversin, değeri giderek artar.
Sonra aşık olursun, o değer büyür büyür büyür, dağ gibi olur.
Sonra öyle bir şey yapar ki sana, verdiğin o kocaman değer, değersizlik anlamına bürünür.
Ve sen ona öyle çok değer vermiş olursun ki, başkalarına verebilecek değerin kalmamış olur.
Böylelikle insanlardan kaçmaya başlarsın.
Çünkü verecek değerin olmadığında bütün insanlar değersizdir gözünde.
Korkarsın insanlara yaklaşmaya, çekinirsin yeni insanlarla tanışmaya.
Kapanırsın kendi içine.
Elinde kalanlarla idare etmeye çalışırsın.
Ama bir yere kadar.
Onların değerini de arttıramazsın çünkü.
Sadece var olan değerleriyle yetinmeye çalışırsın.
Onlara da şüpheli gözlerle bakmaya başlarsın.
Verdiğin değerlerin bir gün yeniden değersizleşmesinden korkarsın.

Kısacası korkarsın.
Hayatına yeni insanlar sokmaya korkarsın.
Yeni insanlara güvenmeye korkarsın.
Herkese şüpheci gözlerle bakmaya başlarsın.
Ve bu seni daha da çekilmez bir insana dönüştürür.
Var olan arkadaşlıkların, dostlukların tükenir.
Yapayalnız kalmaya mahkum olursun.
...
Belki de en çok korktuğum şeylerden birisi bu benim.
Yalnız kalmak.
Dostlar değerlidir çünkü, kolay edinilmezler ama kolay kaybedilebilirler.
Bu yüzden onlara sımsıkı tutunmak gerek.
Var olanları kaybetmemek gerek.
Bu yüzdendir ki, her zaman yedekte bir değer bulundurmak gerek.
Tüm değerlerini asla tek bir kişiye yönlendirmemek gerek.

Ve geç de olsa bunu öğrendiğinde, zararın neresinden dönülse kârdır felsefesine sımsıkı tutunmak gerek...

Salı, Ağustos 16, 2011

Gereklilik kipi gereklidir!

Yapılması gereken şeyler var.
Bunları yaparken etkilenebilecek insanlar var.
İnsanları en az etkileyecek şekilde yapılması gerekenlerin yapılması gerek.
Çünkü gereklilik var ortada.
...
Mesela birden çok sevememek gerek.
Kalbinin kapılarını ardına kadar açmaman gerek.
Duvarlarını asla yıkmaman gerek.
İnsanlara sonsuz bir bağla güvenmemek gerek.
...
İlla ki biri gelecek, birden çok sevdiğin o kişi olacak, sonra kalbinin açtığın o kapılarından girecek, yıktığın duvarların üstüne basarak güveninin içine edip gidecek.
Ve bu asla bir kere olmayacak.
...
Ya da o kişi gelecek, birden çok sevdiğin kişi olmayacak ama sen etkileneceksin, kalbinin açtığın kapılarından içeri giriyormuş gibi yapacak ama birden aniden gidecek, yıkılmış duvarlar olmasa da, güveninin yine içine edilmiş olacak.
...
Son bir alternatif daha var ki, o kişi hiç gelmeyecek, güvenecek insan olmayacak, güven yıkılmayacak, sonsuz yalnızlık hep senin olacak.
...
Her koşulda yapılması gerekenler yapılmış olacak.
Çünkü gereklilik varsa, yapılması gereklidir her koşulda...

Cumartesi, Ağustos 13, 2011

Eğer ki gideceksen, bana hiç gelme lütfen...

Gel şimdi seninle bir anlaşma yapalım.
İster dostum ol, ister sevgilim, ister can yoldaşım.
Kendin ne olmak istediğinden emin değilsen sakın bana gelme.
Boş vaatlere doydum çünkü ben.
Yenisini bulduğunda gideceksen, bana hiç bulaşma bile.
Yoruldum ben çünkü "bir soluklanayım sende, biraz zaman geçirelim ben yenisini bulunca gideceğim" diyen tiplerden ben.
Sürekli bu tarz insanlarla tanışıyor olmaktan sıkıldım.
Sevgilim olma emin değilsen.
Arkadaşım bile olma.
Hatta bir "merhaba" mız bile olmasın mümkünse.
İki hafta iyi davranıp üçüncüsünde arayıp sormayacaksan, lütfen derdimle ilgileniyormuş gibi yapma.
Bana dostluk ümidi verme.
Seninle anı paylaşmayayım ben.
Senin var olduğunu bile bilmeyeyim.
Sahte dostluk o kadar çok ki etrafta, bak aşk demiyorum, o zaten yok!
Ama sahte dost olacaksan bana, lütfen hiç sorma bile derdimi...
Önce kendinden emin ol.
Ne olmak istiyorsun, neyim olmak istiyorsun?
Ya da istemiyor musun?
Önce buna karar ver, sonra adım at.
Beni daha fazla germe...

Perşembe, Ağustos 11, 2011

Ben; geçiş basamağı! Durmayın, basın ve geçin...

Sevgilinden mi ayrıldın?
Aşk acısı mı çekiyorsun?
Durma, Ece burada.
Anlat derdini, ilgilen, sıcak davran...
Geçti mi acıların?
Bas git.
Burası sadece bir basamak.
Burada kalamazsın.
Kullanabileceğin kadar kullan, sömürebileceğin kadar sömür...
Sonra da çek git.
Çünkü burası bir basamak, burada durup trafiği sıkıştıramazsın.
Sıradaki gelecek, o da aşk acısını atlatana kadar bu basamakta bekleyecek, anlatacak derdini, ilgi gösterecek, sonra o da gidecek.
Kimse bu basamakta sonsuza dek beklemeyecek.
Hep sıradaki gelecek ve gidecek.
Burada sabit olan tek şey Ece.
Yaralarına her yeni gelende yeni yaralar ekleyen bir tek Ece.

Ece sadece bir basamak işte, sen sadece üstüne bas ve geç...

Salı, Ağustos 09, 2011

Bir minicik kız çocuğu...

Çocuk olmak kadar güzeli yokmuş meğer...
Hani en büyük derdimizin "bugün hangi oyuncağımla oynasam" olduğu zamanlar.
Kurduğumuz hayallerin imkansız olduğunu bilmediğimiz yıllar.
Her gün farklı bir hikayenin kahramanı olduğumuz anlar.
Hayal etmekten korkmadan hayal ettiğimiz zamanlar.
Gerçekten saf olduğumuz yıllar.
Tertemiz renklerimize siyahların bulaşmadığı anlar.

Zaman geçtikçe karardı renklerimiz.
Önce hayallerimizin asla gerçekleşmeyeceğini öğrendik.
Sonra hayal etmekten korkar olduk.
Umutlarımızı teker teker yitirdik.
Umut etmekten de korkar olduk.
Sevdik, sevilmedik, sevildik, sevemedik...
Sevdiğimiz tarafından en büyük darbeleri yedik.
Ummadığımız insanlar arkamızdan kuyumuzu kazdı...
Tekrar masum olmayı beceremedik.
Şarkıda diyor ya " biz büyüdük ve kirlendi dünya"...
Biz mahkum olduk kirlettiğimiz bu dünyaya...
Sevgi kelimesi anlamını yitirdi..
Aşk zaten var mıydı ki?
Beceremedik...
Masumca sevsek de, vahşice terkedildik...
Gerçekten sevenin kıymetini bilmeyi biz beceremedik...

Umutlar yıkıldı, yok edildi.
Sevda adına bir sürü yeminler boş yere edildi.
Âşık olmayı beceremedik.
Gerçek aşkın ateşinde yanmayı beceremedik.
Biz gerçekten de aşkın ne olduğunu bilemedik.
Sevdik, ama yetmedi.
İnsanoğluna elindekinin kıymetini bilmeyi öğretemedik.
Hep daha fazlasını istediler, biz veremedik.
Umut etmekten de böylece vazgeçtik.

Hayattan bir sürü şey istedik.
Ama bunları elde etmek için hiç savaşmayı seçmedik...
Sevmek istedik başkalarını da, ama bunun için uğraşmak yerine, eskiye takıldık kaldık...
Kendi yaralarımızı başkalarında sarmaya çalıştık, onları kendimizden de derin yaraladık.
Yaralandık.
Yenildik.

Yine de pes etmedik.
Güçlü olmayı seçtik.
Yıkılmadan yürüyebilmeyi öğrendik.
Aldığımız darbeler bize ders oldu, darbe gücü arttı ama etkisi azaldı.
Bağışıklık kazandık sahte insanların sahte duygularına..

Ama yine de, yeri geldi, göz göre göre, gitmemek gerektiğini bile bile gittik...
Başkasını sevdiğini bile bile sevdik.
Verdiği umudu almamak için uğraşmadık bile.
Güvenmeyi seçtik.
En başta hatayı kendimize biz ettik...
Sonra iş işten geçmiş gitmiş oldu zaten, yaralarımızla yüzleştik.

Tutunacak dalımız kalmayana kadar sevmeye devam ettik.
Biz büyüdükçe, gerçekten sevmenin anlamını kaybettik...
Aşka ise tövbe ettik..

Cuma, Ağustos 05, 2011

Oysa...

Sakin, sessiz bir yolda yürüyordum yavaş yavaş adımlarla.
Uzaktan dalgaların sesi geliyordu kulağıma.
Yönümü dalgalara doğru çevirdim.
Deniz kıyısına varmalı, sahilden, denizin içinden yürümeliyim diye düşündüm.
Yavaş yavaş o tarafa doğru yürüdüm.
Dolunayın aydınlattığı yolda benden başka kimsecikler yoktu.
Ve gece giderek kararıyordu.
Bir şeyler olacağını sezinlesem de, yoluma devam ettim.
Sahile vardığında neredeyse zifiri karanlık olmuştu.
Dalga seslerini duyuyor, ama denize bir türlü ulaşamıyordum.
Sonra karşımda bir siluet belirdi.
Sendin.
Yine sen.
"Neden burdasın?" dedim sana.
"Ben hiç gitmedim" dedin.
Yalan!
Bana yine yalan söyledin.
Sen gittin!
Gitmiştin.
Yere çöktüm, ağlamaya başladım, "Yapma bunu bana" diye yalvardım sana.
"Git" dedim, "Git! Gelme, çıkma karşıma bir daha".
"Olmaz" dedin, "Ben hep geleceğim, hep burada olacağım".
"Olma" dedim sana, yalvardım, "Bana ümit verme".
Ama sen dinlemedin.
Saatlerce ağladım, sen de saatlerce orada öylece karşımda durdun ve beni izledin.
"Ağlama" demedin, ya da "Seni seviyorum".
Ama "Orada öylece durman bile benim için bir ümit" dedim, dinlemedin.
Ne sen gittin, ne de ben kalkıp sana gelebildim.
Aramızda beş adımdan fazla yoktu ama, o kadar çok derin bir boşluk vardı ki, adım atmaya korktum.
Sense adım atmak için orada yoktun.
Sadece bedenen oradaydın.
Ruhen, kalben olmak istediğin yer burası değil biliyorum.
"Git" dedim sana.
Gitmedin.

Sonra ben yine sıçrayarak uyandım.
Sen aslında yine yoktun.
Her gece olduğu gibi, gittiğinden beri istisnasız her gece olduğu gibi, sen yine yoktun.
Kendime gelmem, bunun bir kabus olduğunu anlamam yine uzun sürdü.
Artık bünyem seni öyle dışlıyor ki, beni senden korumayı öyle çok istiyor ki, rüyama her girdiğinde, yani her gece, sıçrayarak uyanıyorum.
Korkuyorum.
Kalbim çarpıyor hızlı hızlı.
Sonra sakinleşiyorum.
"Rüyaydı, hatta kabustu" diyorum.
Sonra tekrar uyumaya çalışıyorum.
Sonra seni hatırlıyorum.
"Neden" diyorum, "Neden giriyorsun rüyalarıma, neden?"
Ama ne sen cevap verebiliyorsun bana, ne de ben bir cevap bulabiliyorum kendime...
Seni rüyamda görmeyi kafama takıyorum, seni düşünüyorum, seni düşünmeyi bırakamadığım için rüyamda görüyorum, kısır bir döngüde hayat yani benim için...

Sen neler yaşıyorsun, bilmiyorum...
Belki de bilmek istemiyorum...
Bilmiyorum...

Perşembe, Ağustos 04, 2011

Ağustos gelir, belki de hayat yenilenir...

Yeni aya yeni yazılar lazım...
Temmuzun bunalımını üstümüzden atmak lazım...
Aslında bunalımım bitti büyük ölçüde.
En azından artık canım eskisi kadar çok yanmıyor.
Hala rüya görüyor olmak canımı sıkan tek şey şu günlerde.
Rüya görmeyi de engelleyebilirsem belki her şey daha güzel olacak.
Ya da bambaşka şeyler düşünürken aklıma onunla ilgili saçma sapan alakasız anılar gelmese mesela.
Kafamı başka şeylere yöneltebilmek adına neredeyse bütün gün "House" izliyorum.
Gün içerisinde House'dan başka bir şey kafamı meşgul etmiyor olsa da, kafam yastığa gidince, rüyalarımda House'un yanında ne işin var be adam?
Yani ne alakasınız?
Bilmiyorum.
Bilinçaltım beni zaten sevmiyor.
Bir de saçma sapan rüyalar göstererek, gereksiz anıları hatırlatarak beni öldürmeyi planlıyor sanırım.
Bu arada değişik değişik şeylerin farkına vardım.
Mesela, arkadaş olduğun, dertleştiğin ne bileyim kendinle ilgili özel şeyler paylaştığın birine aşık olmak iyi bir şey değilmiş.
Bu ilk defa başıma gelmişti, muhtemelen de son olacak.
Zira aşık olduğun adamı kaybettiğinde, arkadaşını, dostunu da kaybetmiş oluyorsun.
Kaybın x2 yani.
Belki de bu sürecin bu kadar uzun olmasının nedeni bu.
Bilmiyorum.
Ama bunalımda değilim artık.
Sadece artık aklıma geliyor olmasından sıkıldım, bu.
Bir de alakasız alakasız şeyleri kafama takmaktan sıkıldım.
Bambaşka hayaller kurarken hayallerimin ortasına anılarıyla dalmasından sıkıldım.
Bu.
İsyanım tamamen bu.
Onun haricinde iyiyim sanırım ben.
Hayaller ve rüyalar bittiğinde daha da iyi olacağımı biliyorum.
O yüzden de çok da korkmuyorum.
Zaman illa ki geçirecek bir şeyleri...