Klasik bir insanım ben,
Klasik hikayeler severim...

Pazartesi, Haziran 27, 2011

Aşkta " bir taraf" olabilmek...

(Gece uyurken kelimeler döndü beynimde, uyandım, bunlar döküldü kalemimden...)


Bir taraf daha çok sever her zaman.
Daha çok değer verir, daha çok acı çeker.
Bir taraf daha derin yaşar duygularını, daha çok önemser, daha çok kafaya takar.
İki taraf aynı yaşamaz aşkı hiçbir zaman.
Bir taraf hep daha umursamazdır diğerine nazaran.
Bir taraf daha hayalperesttir.
Zaten insanların duygu yoğunluğu hiçbir zaman eşit değildir.
Kiminin aşkı ağır basar, kiminin nefreti.
Kimi özgürlüğü seçer, kimi esareti.
Aşkın kuralı da böyle işte zaten...
Bir taraf hep daha çok sever, daha çok yanar, daha çok yenilir.
Bir taraf her zaman kaybedendir.
Bir taraf aşka hep yenik başlayandır, yıkılan umutlarını toparlamaya çalışan,
Bir taraf hep umut aşılayandır, karşısındaki yıkılmasın diye uğraşan...
Zaten birebir aynı olsa iki taraf, denge olmazdı ki aşkta o zaman.
Bir taraf yıkılırken, diğer taraf tutar elinden.
Bir taraf ağlarken, diğer taraf güldürür derinden.
Bir taraf dertliyken, diğer taraf dermandır çoğu zaman...
Ama yine de;
Bir taraf hep çok fazla sever.
Diğer taraf da sever...
Ama bir taraf diğer tarafa çoğu kez hiç yetişemez...

(Sanırım hep "bir taraf" ben oldum, hep...)

Cuma, Haziran 24, 2011

Gereksiz işler müdiresiyim ben...

Anlamıyorsunuz ki.
Çok sıkılıyorum ben.
Yapacak hiçbir şeyim yok!
Olsa da yapabilecek gücüm de yok zaten.
Çok yorgunum aslında.
Dinlenmeye ihtiyacım var.
Kafama bazı şeyleri takmamayı öğrenmeye ihtiyacım var.
İnsanlar beni anlamamak için güç birliği oluşturmuş sanki.
Derdimin ne olduğunu kimse anlamıyor, anlamak için uğraşmıyor.
Gözyaşlarımın içime içime aktığını kimse görmüyor.
Sonra ben oluyorum her şeyin sorumlusu.
Yoruldum ama.
Bitsin artık.
Yeni bir sayfa açılsın hayatımda.
Oturmaktan sıkıldım.
Herkesin çok biliyormuş gibi aynı aklı vermesinden de sıkıldım.
Salak değilim heralde ben de.
Aptal da değilim.
Anlamayan sizsiniz bi kere!
Sürekli kendinden şikayet eden insan olmaktan da sıkıldım!
Şikayet etmekten de sıkıldım!
Sıkıldım işte hayattan ben!
Çok sıkıldım!

Neyse ben biraz daha kusayım.
Belki rahatlarım!

(İçimi dökmeye ihtiyacım var! çok biriktim, çok bunaldım!)

Salı, Haziran 21, 2011

Herkes öldürebilir mi gerçekten sevdiğini?

Öyle demiş ya şair
Herkes öldürebilir sevdiğini, ama herkes öldürdü diye ölmez.
...
Düşünüyorum da, öyle mi gerçekten?
Gerçekten aşık olduysan eğer, göze alabilir misin ki öldürmeyi sevdiğini.
Sırf senin olmayacak diye, sırf başkasını seçti diye.
Klasik Türk filmlerindeki o "ya benim olacaksın ya da kara toprağın" repliğini geçirebilir misin ki hayata?
Ne kadar aşık olduğunla alakalı değil o, ne kadar canının yandığıyla ilgili.
Bir insanı öldürebilecek kadar çok sevemezsin.
Bir insanı, onu öldürebilecek kadar çok canın yandığı için öldürmeyi seçersin.
Çünkü canını yakmasa, çünkü yüreğini dağlamasa, neden öldüresin ki onu?
İçinde kor ateşler yanmasa, ruhun parçalanmasa neden yok etmek isteyesin ki?
Oysa bilmezsin, öldürsen de dinmez bu sancılar.
Çünkü o ölse de, kalbinde açtığı yarayı kapatacak merhemin olmayacak.
Çünkü her şey kendi elinde...
O ölse de, ölmese de, gelip yaralarını sarmayacak.
Onun ölmüş olması, belki başkalarında yeni yaralar açacak o kadar.
Seninkiler sonsuza dek sende kalacak.
Ancak sen de öldüğünde, her şey son bulmuş olacak...



(Sanırım Ezel'deki Cengiz karakterinin saplantılı aşkından fazlaca etkilendim. Sonra ortaya bu yazı çıktı.)

Başladığı gibi bitmesi açısından;

Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!

Kimi gençken öldürür sevdiğini
Kimileri yaşlı iken öldürür;
Şehvetli ellerle öldürür kimi
Kimi altından ellerle öldürür;
Merhametli kişi bıçak kullanır
Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.

Kimi aşk kısadır, kimi uzundur,
Kimi satar kimi de satın alır;
Kimi gözyaşı döker öldürürken,
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür;
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez!

Pazartesi, Haziran 20, 2011

Yaralarsan yaralanırsın aslında...

Herkes bir şeyler saklar, herkesin sırları vardır, herkes bir şeylerden korkar.
Korkar da korkuyu yenmek için bir şeyler yapacağına etrafındakilere saldırır, onları yaralar.
Onlar da korksun ister.
Peki ne kadar başarılı olur?
Sadece kendini kandırmayı sürdürebildiği kadar.
Oysa ki yapması gereken bambaşkadır.
Yapması gereken kendi iç dünyasındaki yalnızlığa son vermesidir.
Korkusunun üstesinden gelmeye çalışmasıdır.
Ama çoğunlukla bunu da yapmaktan korkar.
Bu yüzden saldırır olabildiğince etrafına.
Etrafındakiler ne kadar yara alırsa o o kadar mutlu olur.
Sadistçe bundan huzur bulur.
Oysa ki farkına varmaz, böyle devam ederse etrafında kimse kalmayacak.
Başkalarının acısıyla mutlu olarak bir yere varamayacak.
Öğrenmesi gereken tek şey, başkalarının mutluluğuna hasetlenmemesi gerektiği.
Yapması gereken tek şey "kıskançlık" olgusunu bastırması gerektiği.
İnsanları olduğu gibi kabul edebilmeyi öğrenmeli sadece, insanları böyle sevebilmeyi.
Kendisi nasıl istiyorsa değil, insanlar nasılsa onları öyle görebilmeyi.

Evet kimi insanlar çok şanslı, kimileri çok mutlu...
Bunlara özenilerek bir yere varılamaz ki...
İnsanlar belli bir şansla doğar belki ama, bunu geliştirmek kendi ellerinde ki.
Kimse kimseden üstün değil aslında, sen onları kendinden üstün görüyorsan öncelikle hatayı kendinde ara.
Kimse ne senden çok üstün, ne de senin altında.
Önce bunun farkına varmalısın aslında.
Belki o zaman baktığın bu sahte dünyanın duvarlarını yıkarsın da, sen de içinde bulunması gereken gerçek huzura ulaşırsın.
Belki o zaman hiç kötülük kalmaz bu dünyada...

...

Cuma, Haziran 17, 2011

Sen mezun etmesen de ben Mühendisim arkadaş!

Ben de mezun olmak istiyorum ama neden yapamıyorum?
Oysa ki finallerde çalışmıştım ben en azından 6'da 3 geçebilseydim.
Şu an 6'da 4 kaldım bir tane de açıklanmayan var...
Neden beni sevmiyorlar da absürt notlarla bırakıyorlar?
Neden yani?
Hadi birebir ezber yapmak gereken dersleri geçtim ya diğerleri?
Yok ya, ben mezun olmasam da aslında oldum ki mühendis!
Hem mühendis dediğin ezber mi yapar ya?
Ne boktan bir eğitim sistemidir bu ya?
Kitapta yazanın aynısını yazamıyorsan geçemezsin - yok ya!
Öyle çok sinirli, öyle çok gerginim ki!
Neden böyle mal insanlar hoca oluyor?
Vicdan denen olgudan neden bu kadar uzaklar?
Geceleri yastığa başlarını koyduklarında nasıl rahat uyuyorlar?
"Bugün de 100 kişiyi bıraktım helal olsun bana" diye mi düşünüyorlar napıyorlar?
En basit olması gereken derslerden bile yüzlerce insanı bırakıp, senelerinden çalıyorlar.
Şerefsizlik değil de ne ki bu?
Şerefsiz işte hepsi ki!
Nefret ediyorum ya!
Köprüyü geçene kadar ayıya dayı da demiyorum arkadaş!
Varsın olsun ben de mezun olmayayım o zaman!
Ne yapayım yani ezberleyemiyorsam?
Bildiğim konulardan kalmak çok saçma ya!
Anlat de bana en ince ayrıntısına kadar anlatırım sana.
Ama kendi cümlelerimle.
Çünkü hani ben MÜHENDİS olcam ya, hani mühendis dediğin öyle olur ya.
Ama yok, saçmalıyorum ben.
Mühendis dediğin düşünür mü hiç ne saçma şey o öyle.
Ezberliceksin! Kaçarın yok!
Olur da bir gün mezun olursam..
Hani bi hata olur da ben mezun olursam...
O ezberlemem için önüme konulan notlar var ya onlar...
Ben biliyorum ne yapcağımı onlarla ya du bakalım!

Neyse öyle işte...

Cuma, Haziran 03, 2011

..Bilmem Anlatabiliyor muyum?..

Gel-gitler oluyor yine yüreğimde.
Adım atmaktan korkan yürek, önce yarım adım atıyor ileriye, sonra bir adım geriye kaçıyor.
Sonra beş adım daha geri.
Geri geri daha ne kadar gerileyebilir onu da bilmiyorum ya.
Korkuyorum kaçıyorum.
Tam cesaretim geliyor, üç-beş adım ilerliyorum yeniden.
Sonra bir duvar çıkıyor karşıma, duruyorum.
Öyle bir noktaya geliyorum ki, ne ileri gidebiliyorum, ne de geri.
Geri gitmek istemiyorum zaten, amacım ileri gidebilmek.
Ama bu duvarı aşamıyorum.
Diğer tarafa geçemiyorum.
Yanına ilerleyemiyorum.
Olduğum yerden de memnun değilim.
Gelmek istiyorum, ama gel demiyorsun.
Git de demiyorsun.
Zaten sorun tam olarak burada galiba.
"Git" de demiyorsun.
Duruyorum.
Duvarın önünde, tek başıma.
Duvarın arkasında da sen, bana elini uzatmadan.
Öylece bekliyoruz.
Oysa ben sana derdimi anlatmak istiyorum deli gibi.
Söylemek istiyorum içimden geçenleri.
Ama sen duvarın öteki tarafından duyabiliyor musun beni bilmiyorum.
Duyup da duymamazlıktan da geliyor olabilirsin diye de korkuyorum.
Bana "git" demenden korkuyorum.
Ama sen hiçbir şey demiyorsun.
Sadece susuyorsun.
Oysa ben sana haykırıyorum işte...
Yani...